Hak Arama Özgürlüğü ve Kötüye Kullanımı
Tarih: 4.02.2014 | Okunma Sayısı: 6067

Hak arama özgürlüğü,bireyin  temel hak ve özgürlüklerinden birisidir. Aynı zamanda hukuk devletinin ve hukukun üstünlüğünün en temel koşullarından ve güvencelerinden de biridir. Hukuk Devleti  ‘Devletin ve kişilerin eylem ve işlemlerinin hukukla bağlı olması ve bu bağlılığın, yargı organlarının denetimi ile güvence altına alınması’ olgusuna dayanır.

Anayasa’nın 36. Maddesinde; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir” şeklinde yer almıştır. Hak arama özgürlüğü bu şekilde güvence altına alınmış olup; kişiler, gerek yargı mercileri önünde gerekse yetkili kurum ve kuruluşlara başvurmak suretiyle kendilerine zarar verenlere karşı haklarının korunmasını, yasal işlem yapılmasını ve cezalandırılmalarını isteme hak ve yetkilerine sahiptir.

Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddesinde, kişilik haklarına yapılan saldırının unsurları belirtilmiş ve hukuka aykırılık durumu açıklanmıştır. Türk Medeni Kanunu 25. Maddesinde ise , kişilik haklarına karşı yapılan saldırının dava yolu ile korunacağı kayıt altına alınmıştır. Görüldüğü gibi , Anayasa  ve yasalarda kişinin hak arama özgürlüğü ile kişilik değerleri açık bir şekilde teminat altına alınmıştır.
 

Bir çok uyuşmazlıkta, hak arama özgürlüğü ile kişilik hakları karşı karşıya gelmiş olabilir. Problem, bu değerlerden hangisine üstünlük tanınacağı değil,adaletin taraflar arasında en iyi şekilde nasıl sağlanacağıdır. Bir taraftan kişinin hak arama özgürlüğü güvence altına alınmışken, diğer taraftan kişilik hakları da anayasal ve yasal güvence altına alınmış bulunmaktadır. Kişi, hakkını ararken, karşı tarafın kişilik değerlerine saldırıda bulunabilir. 
Uyuşmazlıkların çözümünde, hak arama özgürlüğünün diğer tüm özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız olmadığı bir gerçektir. Başka bir ifade ile kişinin istediği şekil ve şartta ve sadece başkasına zarar vermek için bu hakkı kullanamayacağı, aksi halde bu hakkı kötüye kullanmış sayılacağı kabul edilerek, kişinin Anayasa  ve yasaların öngördüğü güvenceden yararlanamayacağı açıktır.

Bireyin ,bir diğerini gerçeğe aykırı söylemlerle ,kötü niyetli olarak şikayet etmesi,hakkın kötüye kullanımı teşkil eder ki Yasa da  bu durumda haksız şikayette bulunan bireyi asla korumamakta olup ,aksine hukuk sınırlarında cezalandırmaktadır.  Bu durumda, bir şikayetin hukuk sınırları içinde olup olmadığının tayini için bazı kriterlerin bilinmesi gereklidir ve bu kriterler Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiştir. Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesi 08.03.1988 tarih ve 9920 Esas,2217 sayılı kararında da belirtildiği üzere gerek bilimsel ve gerekse yargısal görüşlerde benimsenen fikre göre “eğer ihbar ve şikayette bulunan kimse, elinde şikayetine konu edeceği olayın vukuuna delalet edecek ciddi ve inandırıcı kanıtları bulunmadığı halde,sırf tahmin ve benzetmeye dayanarak yada vasat düzeyde bir kimsenin dahi yeterliliğini tartışabileceği kanıtları yeterli sayarak  bir suçlama ile şikayet yoluna gitmiş ise bu kişinin davranışında aşırılığın, hukuka aykırılığın ve ağır kusurun varlığını kabul zorunludur” demektedir. Bu durumda da elbette Haksız ve sorumluluk doğuran bir şikayet söz konusu olacaktır. Yargıtay diğer bir kararında da “şikayeti haklı gösterecek küçük bir delil ve emarenin bulunmadığı durumda şikayet hakkının kötüye kullanıldığının kabulünün gerektiğini”  belirtmiştir. Bireyin, ortada hiçbir emare bulunmaksızın sadece kendi tahminine ve zanna dayanarak başvuru hakkının kullanması aşırı bir davranış niteliğinde olup,bu durumun davacının kişisel haklarını zedelediği için onun (şikayet edilenin) manevi tazminat istemini haklı kılar.” şeklinde ki içtihatlarda aynı konuya temas etmektedir.

O halde;


a- Elde ciddi ve inandırıcı kanıtları bulunmadığı halde yapılan şikayet haksızdır.

b- Sırf tahmine dayalı olarak yapılan şikayet haksızdır.
c- Benzetmeye dayalı olarak yapılan şikayet haksızdır.
d- Vasat düzeyde bir kimsenin dahi yeterliliğini tartışabileceği kanıtların yeterli sayılarak yapılan şikayet haksızdır. 
   
Bazı durumlarda da, şikayetin daha zarar verici olması için, belirli dönemler beklenmektedir. Şikayet hakkı, suçlamanın zamanlaması bakımından kötüye kullanıldığı ortaya çıkmaktadır.

 
Öylesi ise;


a- Önceden olan bir olayın, belirli zamanlar beklenerek, şikayete konu edilmesi şikayet
hakkının kötüye kullanılmasıdır.

b- Bu şekilde geç yapılan şikayete konu eylem, resen araştırılması gereken adli bir suç veya 
disiplin suçu ise, şikayet eden ayrıca bu yönden de sorumlu tutulmalıdır.
Bireyin,yukarıda belirtilen haksız şikayetleri gerçekleştirmesi durumunda,gerçekleştirenin hukuki olduğu kadar,cezai sorumluluğu da bulunmaktadır.  Türk Ceza Kanunu’nun “İftira” başlıklı 267/1.maddesinde “Yetkili makamlara ihbar veya şikâyette bulunarak ya da basın ve yayın yoluyla, işlemediğini bildiği hâlde, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idarî bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır”  hükmü yer almaktadır. Haksız şikayette,  özel bir kasıt aranmadığı gibi kusur veya ihmali bir davranışta yeterlidir. 
              
Bu nedenle Bireyin hak arama özgürlüğü ve diğer hak ve özgürlüklerini kullanırken bilinçli olması,vatandaşlık bilincinin gelişmesi gerekmektedir.Bireyin,hakları ve özürlükleri bakımından diğer bireylerin de hak ve hukuklarını gözetmesi ,Adaletin sağlanması ,hak ihlallerinin önlenebilmesi açısından önemlidir.03/02/2014

      

                                                                                                                                                                            Av. Mehmet Cem KENĞER

ETKİNLİK TAKVİMİ

25.11.2024
AV. MÜMÜN NEŞETOĞLU
BARO BAŞKANI

© Web sitesi hizmeti Türkiye Barolar Birliği tarafından verilmektedir.